Belki de yaşamak için çiçeğin özünü emen tohum gibi
insan da yaşamak için konuk olduğu yüreklerden besleniyordur, yüreğin beslediği
aşkı , sevgiyi, umudu emip yerine hayal kırıklığını, umutsuzluğu , yanlığı ve
ayrılığı bırakıyordur. Tohuma özünü
veren çiçeğin solması gibi….her insan aşkı , sevgiyi yaşamayacağına göre herkesin aynı anda mutlu olma imkanı olmadığına
göre , bir aşk ateşi ile yanarken , uzakta bir yüreğin ayrılığın soğuk rüzgarında
titremesi gerekiyordur….
Masallar gibi her masal mutlu son ile biter gibi görünse de , prenses
, beyaz atlı prensin atının terkisinde gün batımına yol alırken diğer tarafta
sözde kötü cadı hayatı boyunca
mutsuzluğu yaşıyor . onların mutluluğu
cadının mutsuzluğundan besleniyor..
Yağmur duasına
çıkan kişi yağmurdan sonra kalacak olan çamuru yada sel taşkınını da
göze almalı değil mi. Denize açılan
kaptan nasıl limana varmayı hayal
ediyorsa , fırtınayı ve hatta batmayı da
hayal edebilmeli tüm hayatım boyunca
öğrendim bir şey var ise oda….
İnsan sevgiyi istiyor ise nefreti , sılayı
istiyor ise vuslatı, mutluğu istiyorsa , hüznü ,kavuşmayı istiyorsa ayrılığı da göze almalı…
Unutmamalı ki hayat tezatlar ile anlamlı , nasıl ki gece ve gündüz bir biri
ile anlamlı ve fark edilebilir , hayat da
her şey tezattı ile anlamlı ve fark edilebilir …
Ve en önemli öğrendim ise oturup konuşabileceğin insandan çok yanında
susmayı öğrenebileceğin suskunluğu
paylaşa bileceğin birini bulmalı….